Status             Fa   Ar   Tu   Ku   En   De   Sv   It   Fr   Sp   Ca   Ru  

Yaşamda ve Ölümde Kadın:
Fredrick West’ten Anthony Kennedy’ye


İngiltere [1994] Mart ayının başlarında korkunç bir olayla irkildi. Loş kafeleri, 11. yüz yıldan kalma büyük kiliseleriyle ünlü mütevazi, tarihsel Gloucester kentinde son yirmi beş yılda gerçekleşen gizemli cinayetlerin kurbanları olan kişilerin cesetlerinin bulunduğu bir ev keşfedildi. “Ölüm evi” ve “korku sarayı” olarak adlandırılan Cromwell caddesindeki 25 numaralı evin bodrumunun tabanından, arka bahçesinden ve banyosundan Mart ortasına dek dokuz ceset çıkarıldı. Polisin tahminlerine göre, son yılarda bölgede kaybolanlar gibi bulgular göz önünde tutulduğunda bu sayı 30’a yükselebilir.

Yeni cesetlerin bulunmasıyla son yıllarda yakınları kaybolanların soluğu bir kez daha kesiliyor. Her yeni cesetle birlikte kameraları ve piknik malzemeleriyle çevreyi mesken edinmiş gazetecilerin, turistlerin ve meraklı insanların bölgeye akını bir kez daha yoğunlaşıyor. Bölge sakinleri pencerelerini kiralıyorlar. Herkes, işine veya uzmanlık dalına göre bir görüş bildiriyor. Gloucester belediye başkanı “bir kentin ölümü”ne üzülüyor. “Bilim” muhabirinin teki bu sıralar polis tarafından arama ve kazıma çalışmalarında ana aygıt olarak kullanılan, Falkland Savaşı’nda ordunun mayın tarama aletinin radar teknolojisine hayran kalıyor. Adli tabipler kurbanların genlerini inceleyerek ve yüzlerinin biçimini yeniden oluşturarak kimliklerini bulmakla uğraşırken psikologlar da katilin imgelemini ve iç dünyasını kavramaya çabalıyorlar. Böylesi cinayatleri nasıl bir canavar, hangi karmaşık hastalıklı bir kişi işleyebilir? Bu cinayetleri işleyen kişinin “hasta” olduğu konusunda hemen hemen herkes görüş birliğinde. ABD’de, benzer bir davanın adli tabibinin dediği gibi böylesi “olağandışı cinayetler” işleyebilen kişi nasıl sağlıklı olabilir?

Ölüm evinin sahibi ve sakini 52 yaşında bir inşaat ustası olan Fredrick West bu cinayetleri işlediği suçlamasıyla tutuklandı. Kuşkusuz birçok sayıda psikanalist onun kişiliğinin labirentlerine dalıp tahminleri konusunda çok sayıda kitap yazacaklardır. Ancak polisin ve muhabirlerin bütün raporlarında ifade edilip geçilen basit bir cümle katil ve onun iç dünyasının çok ötesindeki gerçekleri gösteriyor: Bu cinayete kurban gidenlerin hepsi kadın.

… ve bu da bizi Anthony Kennedy’ye getiriyor.

9 Mart tarihli London Times gazetesinin 4. sayfasında, hem de tesadüfen Cromwell caddesindeki olayın Gloucester kentinin sevecen yüzünde bıraktığı ize ilişkin bir yazının tam arka yüzünde, İngiltere Kilisesi’ndeki son önemli gelişmeler ve iç çekişmelerinin bazı örneklerine ilişkin bir yazı yayımlandı. Hikayenin kahramanı Lutton ve Gedney Başpiskoposu aziz Anthony Kennedy hazretleridir. (Yaklaşık 500 yıl önce Romen Kilisesi’nden ayrılan) İngiltere Kilisesi, sonunda, 12 Mart’ta, Merkezi Sinudu’nda kadınların piskoposluğunu onaylamasından 20 yıl sonra, Bristol Katedrali’nde 32 kadını piskoposluk mertebesine çıkardı. İngiltere kamuoyunun gözünde, herkesten önce de ilgili kadınların nezdinde bu, kadın haklarının elde edilmesi doğrultusunda atılmış büyük bir adımdır. İçlerinden biri büyük bir heyecanla “yalnızca kilise gözünde eşit olduğumuzda Tanrı nezdinde eşitiz denebilir” diyor. Açık olan şey önümüzdeki birkaç ay içinde, İngiltere’de, erkek meslektaşlarının yanında, minberlerden kadının ataerkil toplumun ayaklarının altında çiğnenmesinin Tanrısal anlamı olan kadın ve kadının tanrı katındaki özel yerine ilişkin dinin köhnemiş, ataerkil öğretilerini insanlara yutturacak yaklaşık bin iki yüz kadın piskoposumuzun olacağıdır.

Bu konunun tartışmamızla ilgili olmasına karşın bu tartışmayı burada noktalamak durumundayız zira amacımız Kennedy Hazretleri’ni tanıtmaktır.

Kendileri, bazılarının nefret duygularından dolayı Romen Kilisesi’nin kucağına bile geri döndüğü İngiltere Kilisesi’ndeki birçok erkek piskopos gibi, bu gelişmelerden oldukça sinirlenmişlerdir. Şöyle diyorlar:

    “Kadın piskoposlar darağıcında yakılmalılar, çünkü hiçbir hakları olmadığı bir güce el atıyorlar. Ortaçağ’da bunun adı sihir ve büyü idi. Cadılara karşı koymanın tek yolu onları darağaçlarında yakmaktır. İncil bu konuda açık konuşuyor. Kadınlar ile erkekler biyolojik açıdan farklıdırlar. Hiçbir zaman birbirimiz gibi olamayız. Bir kadının nasıl İsa’nın imgesi olabileceğini düşünemiyorum, cerahhi buna bir çözüm değil.”
Fredrick West veya Ölüm Evi’nin katili her kim ise o, cehennemliktir. Polis götürüp saklayacaktır onu. Ettikleri, yıllarca, insanları ıssız köşelerde ürkütmeye devam edecektir. Anthony Kennedy ise cennetliktir, İsa’yi bütünüyle temsil etmeyi sürdürecektir, anaokul yaşındaki çocuklarımız yüzüne gülümseyip selam vereceklerdir, hiç kimse evinde bir ceset, zihninde korkunç bir bilmece aramayacaktır. Ne var ki bu ikisi aynı kişi ve bu iki olay aynı olaydır.

Anthony Kennedy’nin hışmı ve laneti Gloucester’deki cinayetlerin bilmecesinin çözüm anahtarını sunuyor. Her ikisi de kadınlara karşı şiddetin canice örnekleri ve kadınlara karşı şiddetin onaylanıp kutsanması olarak algılanmalıdır. Bu şiddet West’in engelli beyninden veya Kennedy’nin arızalı dininden kaynaklanmıyor. Her ikisi de kurbanlarını toplumun daha hukuksuz kesimlerinden seçecek kadar akıllı. Bu şiddetin kaynağı kadını binbir kaba veya ince gelenek, görenek, yasa ve kural yoluyla bastırılabilir ve değersiz olarak tanımlayan, bilerek ve bilinçli biçimde ve genelde en şiddetli yöntemlerle kadının kurban konumundan kurtulmasının yolunu kapayan dünyadır.

Burası Ortaçağ değildir. Burası kapitalizmin dünyasıdır. Pazar ve karla çelişen herşey, er ya da geç, bir yana bırakılacaktır. En direngen düşünceler ve dogmalar, en eski gelenek ve görenekler ticaret ve üretimin en sıradan, en gündelik gereklilikleri karşısında bir yana atılmışlardır. Dolayısıyla kadın düşmanlığı, kadına baskı, cinsel ayrımcılık ve kadına uygulanan şiddet bu dönemin insanlarının yaşamlarının ayakta duran bir gerçeğiyse, kadının özgürlüğü için güçlü, toplumsal hareketlere karşın cinsel baskı dünyanın dört bir köşesinde hüküm sürüyorsa kerametini burada, bu dönemde ve bu düzenin çıkarlarında aramak gerekir.

“Cinnet”ten kaynaklanan cinayet her zaman olabilir. Ancak kurbanları, sokaktan eve, okula ve fabrikaya kadar genelde kadın olduğu cinnet cinnet değil topluma egemen usun usdışı bir dışavurumudur.



Mansur Hikmet

İlk kez Nisan 1994’te İran Komünist-İşçi Partisi yayın organı Enternasyonal (Birinci Dönem) dergisinin 13. sayısından yayımlandı.
İran Komünist-İşçi Partisi kurucusu ve lideri Mansur Hikmet 4 Temmuz 2002’de 51 yaşında yaşama veda etti.


Turkish translation: Siyavash Azari
hekmat.public-archive.net #0710tu.html